Travel

Travel

Tuesday, July 15, 2014

ALLIGATOR BLUES: CLARKSDALE, MISISSIPPI




            Clarksdale, Mississippi’nin Delta bölgesinde yer alan tarımla uğraşan bir şehir olarak tanımlanabilir. Ancak bu alçak gönüllü ve hayli sade tanımın ötesinde, Claksdale için Delta Mississippi’de  blues müziğin doğduğu yerdir demeliyiz.
            Amerika’ya beyaz adamlar gelmeden önce Clarksdale Choctaw ve  Chickasaw adlı iki önemli  kızılderili toplumuna yurt olmuştur.  Beyaz adamların bu verimli topraklarda, bembeyaz pamuklarını yetiştirmeleri amacıyla 1830 larda imzalanan antlaşmalarla, kızılderililer Mississippi’den Oklahoma’ya, onlara yeni verilen topraklara göç ettirildiler. Choctaw  kızılderilileri 11 milyon dönümlük Mississippi topraklarına karşılık Oklahoma’da 15 milyon dönümlük toprakla “Indian Removal Act” ile takas edilerek, Mississippi kızılderililerden temizlendi.  Bu temizlikten sonra yüzlerce, binlerce köleleri, şahane evleri, plantation’ları ile beyazlar kendi kültürlerini oluşturmaya başladılar.
            Misissippi Nehri kenarında verimli Delta topraklarında, zenginliklerine zenginlik katan pamuğun altın olduğu dönemlerde, pek çok plantation’ın (pamuk üreten büyük çiftliklere verilen ad) kurulmasından sonra Clarksdale’ın lakabı “The Golden Buckle on the Cotton Belt” olmuştu , yani  Türkçe anlamı ile “Pamuk kemer üzerinde altın toka” Bu lakap beyazlar için gurur, onlara bu refahı,  karın tokluğuna çalışarak,  dövülmek, hırpalanmak, horlanmak, satılmak, sövülmek, tecavüz edilmek hatta öldürülmek pahasına sağlayan siyah köleler için ise, yaşadıkları sürece belleklerinde, generasyonlar boyunca  bilinçaltlarında  taşıyacakları acılar demekti.
            Köleler için, güneş doğmadan başlayan, karanlıklara dek süren uzun, aşırı sıcak ve nemli yaz günlerinde, uçsuz bucaksız pamuk tarlalarında ezik nağmeler eşliğinde toplanan pamuklara karışan ter ve kanın, Mississippi blues müziğini yaratması kaçınılmaz elbette. Siyahların yaşamlarındaki acılarından doğan melodi ve sözler, beyaz adamın müzik aletleri ve zengin folklorik kültürü ile beslenerek  Amerikan ve dünya müziğini derin biçimde etkileyen, zenginleştiren  “Delta Blues Müziği” denen türü yaratmıştı. Rolling Stones, Bob Dylan, Beatles, Willie Nelson, Eric Clapton  gibi pek çok ünlü müzik gurubunu ve şarkıcıyı  etkileyen Delta Blues müziğinin önde gelen yaratıcı isimleri arasında  B.B. Kıng, Muddy Waters, Charlie Patton,  James Cotton’ı sayabiliriz (Bessie Smith,  Mamie Smith, Janıs Joplin, Mose Allison, John Lee Hooker  ve daha nice ünlü isimlerin hakkını da saklı tutarak).
            Bu yoksul kenti ziyaret ettiğimde bu bilgiler ezberimde idi ama Faulkner’in zarif, zengin, sosyetik şehri Oxford’dan ayrılıp, 90 dakikalık bir araba yolculuğundan sonra şehre vardığımız zaman sabırsızlığıma dayanan bir hayal kırıklığı yaşadım. Geceyi beklemeden önyargıya kulak veren bir hayal kirikligi. Şehirde gördüğüm tek şey yoksul yıkık, dökük evler, upuzun bomboş sokaklar, cumartesi günü olmasına rağmen pek çoğu kapalı olan, dükkanlar, restaurantlar, bir kaç ulusal bankanın düzgün binalarıyla sırıtan, şehrin yoksulluğuna yakışmayan şubeleri oldu. Açtık, susuzduk, birilerine sorarak, dökük binaların arkasında saklanan tam doksan yıllık küçük ve sade “Abe’s Barbeque’yi” bulduğumuzda ilk şaşkınlığımı yaşadım. Elvis Presley’in de vaktiyle gelip yemek yemiş olduğu restaurant (10-12 masalık küçük ve oldukça sade bir yer) hem ortamı hem lezzetli yemekleri ile bizi anında Clarksdale’e ısındırdı. Mississipi’de tek bir hispanik (Meksika’li, güney Amerikalı etnik gurup) görmedik, ama her restaurantın menüsünde mutlaka “tameles” adı verilen, meksika mutfağının en önemli yemeği olan mısır kocanının yapraklarına sarılarak pişirilen et veya sebze yemeği var. Tüm Mississippi bölgesinin en lüks restaurantından, ne basitine kadar değişmez bir menü çeşiti  'tamales'. Abe’s de yediklerimiz ise özellikle parmak yedirecek kadar lezzetliydi.
            Açlığımızı, susuzluğumuzu keyifle dindirdikten sonra, Clarksdale’ın boş sokaklarında turaladık. Tek bir beyaz adam görmeden, zaten ortalarda olanların sayısı da çok azdı ve hemen hepsi de siyahtı. Birden karşımıza  Delta Blues Museum binası çıktı. İddiasız ve belki de bu nedenle dikkat çekmek için morumsu kırmızıya boyalı bir bina. Şehrin kavurucu sıcağından sonra serin bir vadi gibi gelen müzeyi gezmek çok güzeldi. Bu küçük yoksul şehrin böyle güzel bir müzik müzesi olsun inanılmaz bir şey gerçekten. “Delta Blues” tarihini, müzik alatlerini, müziği yaratan, uygulayan tüm müzisyenleri, gurupları tarihsel bir sıra  içinde olabildiğince malzeme, fotoğraf ve öykülerle sergileyen bir müze. Ne yazık ki fotoğraf çekmek yasak olduğundan müzenin güzelliğini yansıtacak fotoğraflar çekemedim. Yaramazlık duyguma yenilip, kaçak olarak Muddy Waters ile  onun müzeye yerleştirilmiş, uzun yıllar yaşamış olduğu Stovoli Plantation’ındaki kulübesinde çektirdiğim gizli saklı bir  pozdan başka hiç bir şey yok elimde. Müzenin bir köşesinde banttan yayında olan TV de dinlediğimiz Delta Blues örneklerinden sonra gece için tamamen ısınmıştık.
            Akşam yemeği için şöhretini ve ismini internet'den öğrendiğimiz Oxbow isimli restauranta gittik. Meğersem tüm beyazlar orada saklanıyormuş. Yine hayli iddiasız dekorasyonu ama lezzetli yemekleriyle çok başarılı bir restaurant. Beş yıldızlık bir restaurant seviyesinde servis ve yemek  kalitesine rağmen, fiyatlar iki yıldızlık seviyede (Clarksdale gerçekten ucuz bir şehir).  Otuzbir yaşında çok güzel ve zarif sahibe Erica’nın (Mississippi kadınları inanilmaz güzel ve incecik) yemek boyunca bizimle ve oradaki hemen her müşteri ile sürdürdüğü sıcak, samimi ilgisinin keyfi, menü deki “Boudin Balls’ların” (boudin balls domuz eti ve domuz ciğeri ile hazırlanan, New Orleans yöresine ait bir Cajun yemek) lezzeti ile yemeği bitiriyoruz. Gelecek durağımız Morgan Freeman’ın sahibi olduğu “Ground Zero Blues Club”.
            Oxbow’dan çıkıp sokakların karanlık kimliğine karışıyoruz. Gökyüzünde kırmızımsı-sarı bir dolunay vakurla ışıldıyor. Dolunay, Clarksdale’ın yoksul binalarını, eciş bücüş çirkin kaldırımlarını, çukurlarla dolu asfalt sokakları altın ışıklarıyla öyle bir sarıp sarmalamışki, sayıları inanılmaz çok olan blues barlardan sokaklara taşan müzik tınıları ile bambaşka bir şehirdeyiz sanki. Büyülü içine çeken inanılmaz ilginç bir sehir ve olağan üstü güzel bir gece!  Gündüzün yakan sıcağında, gözüme takılan hüzünlü yalnizlik, yoksulluk ve çirkinlikler bir bir yok olmuş. Ground Zero Blues Club’a vardığımızda, müzik henüz başlamamış olduğundan sağı solu inceliyorum. Herşeyden önce çok büyük bir yer. Duvarlar ilginç posterler, sözler, resimler, dekoratif eşyalarla yüklenmiş, müşterilerin hemen hepsi beyaz ve gurup müziğe başlayınca görüyoruz müzik de berbat. Blues müzik sunuyorlar, ama gurup elemanları şarkıcı da dahil beyaz. "There is NO blues spirit in Ground Zero!" Yürekden kopup gelen, şarkı sözlerinin anlamını hissettiren bir tarzı bulamayacağımızı anlayınca, Ground Zero’yu terkedip, restaurant sahibesi Erica’nın önerdiği Red’s Lounge’a gidiyoruz.
            Red Lounge, küçük ve doğal bir “Juke Joint” aslında. Kapıdan girince  yaklaşık 40 metrekarelik kare bir salona adım atıyoruz. Salonun bir köşesi sahne ama yükseltilmiş bir seviyede değil.  Sahnenin etrafına dizi dizi sıralanmış sandalyeler tıklım tıkış dolu. Çok ilkel bir bar var ve barın yanında arka taraftaki tuvaletlere doğru yine  30 metrekarelik uzunca bir dikdortgen alana masalar yerleştirilmiş ve hepsi dolu. Müzisyenlerin tümü siyah, izleyicilerin yüzde 75 i beyaz. Bateristimiz ise 14 yasında!             Müzik dersen tam bir  harika. Blues’un hakkını veren bir müzik şölenine denk geliyoruz. İzleyicilerle aralarda sohbet ediyorum. Yanımdaki öğretmen çift Kanada’dan. Tam oniki yıl boyunca her yaz Clarksdale’e gele gide, sonunda minik bir ev almışlar. Yazları Clarksdale mekanları olmuş. Okullar kapanınca gelip, açılana dek kalıyorlar. Genç ve cıvıltılı kadın Avustralya’lı bir film yönetmeni. Başka bir genç çift Londra’dan.  Bolivya’dan, İskoçya’dan, Kaliforniya’dan, New York’dan, Chicago’dan gelen izleyiciler. Kozmopolit ve müzik hayranı bir izleyici profilini bu yoksul şehirde bulmuş olmaktan dolayı şaşırmadığımı farkediyorum. Çünkü blues müzik tutkusu bambaşka bir şey ve Clarksdale bir blues şehri.
            Red Lounge‘da müzisyenler ve izleyiciler, herkes birbiri ile gece boyunca kaynaşıyor. Sanki evimizde verilen bir partinin insanlarıyız. Gecenin ilerleyen saatlerinde, müzik coştukça, izleyicilerin birbirlerini ellerinden çeke çeke minik piste dansa davet etmesi, benim Türkiye’den tanıdık olduğum, ama bu minik juke joint’de bulunca  çok mutlu olduğum sıcacık bir paylaşım oluyor.
            Clarksdale’e özel bir yer. Müzik seven bir kişinin onun sade ve gizli büyüsüne kapılmaması imkansız. Şehir ve insanları yavaş ama kesinlikle güçlü bir aidiyet duygusu ile sizi kendine bağlıyor, hatta kendine aşık ediyor. Yirmi yıldır güneyde yaşamama rağmen, bu mücevheri atladığım için biraz utanıp, üzülüyorum, ama hiç bir şey için geç değil. Bundan böyle  Clarksdale listemde kalacak. Her yıl bir kaç kez blues festivale yuva olan Clarksdale’e başka  ziyaretler daha yapacağımdan eminim.
            Amerika’ya yolunuz düşerse, Mississipi Delta’ya uğramadan evinize dönmeyin derim. Ozellikle bir blues hayrani iseniz hayatınızın en etkili deneyimlerinizden biri olacağına dair garanti veririm. Eger Blues muzigi tanimiyorsaniz, daha da israrla gelin derim, insane blues melodilerini ruhuna soluklamadan bu dunyadan gocmemeli, bunun icin de en dogru yer Clarksdale, Missisippi.

            Bu yazidan sonra keyifle dinleyeceginizi umdugum (youtube’dan) iki sarkiyi belirtmeden gecemeyecegim.

(1) Muddy Waters
“Champagne & Reefer”
(2)  Muddy Waters & The Rolling Stones’dan 
“Baby Please Don’t Go”
©Merih Sunay
July 15, 2014-Chelsea, Alabama


Minik Sozluk (in English)

JUKE JOINT:  a small inexpensive establishment for eating, drinking, or dancing to the music of a jukebox or a live band

CAJUN: a member of a group of people with an enduring cultural tradition whose French Catholic ancestors established permanent communities in Louisiana and Maine after being expelled from Acadia in the late 18th century.

CLARKSDALE PICTURES-not so many!
You will see a young boy's photo, he was our 14 years old drummer Rasit who plans to go to Boston Music Academy for college when he grows up and works for summer at Red Lounge. You will see a door photo with many stickers on it where is the Morgan Freeman's "Ground Zero Blues Club". The pictures of funny piggy head BBQ oven and some chairs and sofas are again belong to "Ground Zero Blues Club". I really enjoyed one smoke and a glass of wine on the sofa while listening the summer sounds of Mississippi and watching the magnificent full moon. The happy dancing pictures are of course from 'Red Lounge' juke joint where I danced a lot also with my friends from all over the world! I hope you enjoy my writing and pictures.. Hope one day you will also make a magnificent trip to Clarksdale.
































                                   

Monday, July 14, 2014

HOME OF WILLIAM FAULKNER - Gecerken William Faulkner'a ugradik.



Elbette basliktaki gibi olsaydi harika olurdu! Gecerken ugradik ve Jack Daniel's on the rocks esliginde edebiyat uzerine Mississippi uzerine sohbetler ettik diyebilmek guzel olurdu. Gercek ise ustadin muze olmus evini gorup gezmek icin Oxford (Mississippi)  sehrine yaptigimiz ozel bir ziyaret idi. Bu gezi ile ilgili kendi izlenimlerimi daha sonra yazacagim, ama simdilik lafi atlayip, sadece fotograflarla William Faulkner'in evini, yazilarini yarattigi ortami sizlere tanitmak istiyorum.
Sevgiler